15 Ağustos 2014 Cuma

''G.ne sok tahtını sarayını'' diye başlayan bir şiir yazmıştım sazımı ilk kendime çaldığım 9'u bulan yaşımda...

Öyle ya.. Biz kendimize çalardık, kimi Neşet Ertaş, kimi Orhan Gencebay olurduk çalarken kendimize. Ya da Kendime... Kimseye çalmaktan haz almazdım(o yaşlarda bile herkez bayılsa da).

Ama gene de giderdim düğün dernek çağırana sevabına şeklinde... Şimdiki gibi değildi ortamlar... ''Angaranın bağlarına'' değil di köpürmeler, kıpranışlar, canlanmalar...
 ''Başın öneee eğilmesiiiinnnn'' dediğimde kırılırdı çardaklar renkli lambalı bahçeler... Veli'nin sünnetiydi. Arkadaşımdı, Alevi nedir o zamanın mahalle baskısından öğrenmiştim... Alevi dinsizdir, şudur, budur, onların sünneti göstermeliktir vs. Bana neydi. Önemli olan Veli'ydi anasının ricasıydı, ezilmiş görmemdi, yaş dokuzdu... 

Dedim ya, kendimize neşettik, ariftik, orhandık... Kendim olmaya başladığımda daha sevdim kendime çaldıklarımı... Yaşama aitti hepsi... Zenginler bir halt edip fakirin ekmeğini alıp çırpıp zengin olmuştu... yaş 10... Sağcımısın Solcu mu diye Saimekadın tren istasyonunda bıçak dayarlardı sözde sağcılar boğazıma... Ekmekçiyim lannn diye kafa atıf sıvışmayı öğrenmiştik... 

Çoook du hayallerim. Dünyayı bu ipnelerden kurtaracaktım. (hala hayalim) Sazı elime alınca... başkaydım ben... Bendim işte.. başka... 

Sonra Lümpenleştim giren virüslerle. Taki Selma daşkimi ve Kazım hayatıma girip(1994) şşştttt ''kendine gel'' diyene kadar...

Ben hala dünyayı kurtaracağım... Tüm açlar doyacak, herkes eşit olacak, zengin fakir sözcükleri bile unutulacak...

Sazım elimde... o çocuğum hala ben...